top of page
Yazarın fotoğrafıBerke HAM

DENİZ FENERİ

Güncelleme tarihi: 2 Eki 2023

Küçüklüğümden bu yana hep gemilere ve denize âşık büyümüşümdür. Bunun temelinde yan komşumuz Erhan Amca ve bizim apartmanın vapurları görmesi yatıyor. Erhan amca denizin ortasında bir yerde daha önce hiç deniz görmemiş bir deniz feneri bekçisiymiş ta ki Mavi’yi görene kadar. Bir gün ziyarete gittiğimde götürdü beni bir deniz kıyısına. Kendisi başladı birden anlatmaya bütün bir hikâyeyi vapurlara bakarken.


“Geçen gemilere karaya yakın oldukları mesajı vermek için duruyordu orada fener ama çok uzaktı şehirden. Ben Bozkırda büyümüştüm. Göl, nehir falan gördüm ama hiçbiri Mavi’yi gördüğüm deniz kıyısı kadar güzel değildi. O gün denize olan tutkum başladı benim. 1974 yılında Işıklar kasabasına taşındım. Ankara’da ev kiramı ödeyemeyip bir de üstüne annemi kaybedince Ankara’da kalmam için bir sebep kalmamıştı. Annemin arkadaşı Zeynep Teyze sağ olsun Işıklar’da iş bulmam için çok çaba sarf etti. Fakat Işıklar’da yeni gelene iş bilse bile şehrin göbeğinde ya da işlek noktalarda iş vermezlermiş. Nerede kuytu köşe var oralarda iş sağlarlarmış. Ha şanslıysan kasaba merkezine kırk dakika mesafede bir iş bulursun ya da benim gibi bir daha kasabaya dönemezsin. Bana deniz fenerinde bir iş ayarladılar. Kimsenin gelemediği ve gidemediği kimsenin olmadığı o uçsuz bucaksız deniz fenerinde. Rüzgârların dinlendiği, mola verdiği yer derlermiş oraya. Hakikaten de öyleydi neredeyse hiç rüzgâr estiğini görmedim kaldığım süre boyunca. Ha Allah’ı var Zeynep Teyze bana ayda bir oğulları ile erzak gönderirdi. Binsem binerdim o televizyonda gördüğüm, çocukların kâğıttan yapıp sulara bıraktığı o şeylere fakat ben korktum. Hiç görmemiş ve girmemiştim çünkü.


Bak; düşün Cem, 10 yıl boyunca ne su bana değdi ne ben suya değdim. Bazı günler dalgaların sesi çok korkuturdu beni. Bir gece dalgalara gök de eşlik etti. Maviyi sadece gökte var sanardım ben ama ertesi sabah gök de karanlıktı. Denizin karanlık olmasına alışıktım fakat o sabah denizde yeşillenmişti. İçime bir sıkıntı çöktü çünkü rüzgâr da esiyordu rüzgârların dinlendiği yerde. Kendi içimde bunu normalleştirmeye çalıştım ve kulübeye yemek yapmaya döndüm. Dolabı açtığımda sadece bir parça ekmek ve biraz peynir kalmıştı. Kafamı kaldırıp takvime baktım. Erzak gününü bir gün geçmişti. Yeşil denizin kenarına gidip yeşile uzun uzun bakarak erzakımı bekledim. Saatler geçti sonra günler sonra haftalar. Yatağımdan beni kıyıya yanaşan kayığın sesi kaldırdı. Gelen Zeynep Teyzenin oğluydu. Elindeki iki poşeti kulübenin önüne bıraktı, kafasıyla selam verdi ve kayığa doğru ilerledi. Burayı terk edemeyeceğime o kadar emindi ki hiç dönüp arkasına bile bakmadı. Arkasından seslendim. Yanına doğru yaklaştığımda bana sarılıp bir anda ağlamaya başladı. Ne olduğunu sordum fakat ağlamaktan konuşamıyordu. Ağzından tek bir kelime çıktı: Anne. Kasabaya geldiğim güne döndüm birden. Kayığa biniyordum. Kıyıya yanaştığımızda yolculuk hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Zeynep Teyzenin büyük kızı içimiz ısınsın diye çay verdi. Çay içerken konuştuk. Denizin yeşilleştiği, rüzgârın estiği, karanlığa uyandığım o sabah kaybetmişiz Zeynep Teyzeyi.


Şimdi bana diyeceksin hiç mi gezmek istemedin, inan bana kasabada bir adım atmak bile zor geliyordu bünyeme. Yıkılmıştım, annemden sonra bana annelik eden o insanı da kaybedince sanki dünyada hiçbir güzellik kalmamıştı.


Akşam karanlığı bastırmadan beni kayıkla deniz fenerine, kulübeme bıraktılar. O gece hiç susmadı gökyüzü. Adeta çığlık atıyordu. Göğün çığlığının yanında başka bir çığlık sesleniyordu bana. Kendimi bir hışımla kulübeden attım. Deniz dupduru ve masmaviydi. Dupduru denizin kıyısında adeta parlıyordu. Daha önce böyle bir renk hiç görmemiştim. Beni görünce ürperip geriye yüzüp kaçmaya çalıştı. Benden korktuğunu fark edince elimi uzattım. Usulca bana doğru yaklaştı ve mavi gözlerini gözlerimin içine doğrulttu. İşte o an anladım ki daha önce gördüklerim mavi değildi. Ona doğru bir adım attım. Kulübenin ahşap zemini çatırdayıp birkaç parça denize döküldü. Mavi bu gürültüden korkup kaçtı bende çoktan kulübenin içine girmiştim. Birkaç gün boyunca kıyıda denizi izleyip Mavi’yi bekledim. Birkaç günün sonunda denizin ortasından parıldayan mavi gözleriyle o yükseldi. Öyle ihtişamlı gözleri vardı ki parlak kuyruğunu ve güzel saçlarını gölgede bırakıyordu. Şimdi soracaksın abi hiç korkmadın mı? Ne olduğunu bilmediğin bir şey daha önce yaklaşmaktan bile korktuğun bir şeyin ortasında. Hiç korkmamıştım aksine âşık olmuştum. Her şeyi sana detaylıca anlatamam, dünyadaki istediğin her şeye sahipmişsin gibi düşün. İşte o kadar huzurlu ve de mutlu günler geçirdik. Adeta anlatıyor gibiydik: Yıllar yılı deniz kenarında yaşayan bir kızla hiç deniz görmemiş bir oğlanın karşılaşmasını ve de bir çeşit dilsizliği, bir çeşit beraberliği. Ama sana onu son gördüğüm o günü anlatabilirim.


Sabahın en erken saatleri idi. Mavi yine kıyıda benim uyanmamı bekliyordu. Deniz fenerindeki işlerimi hallettikten sonra hemen Mavi’nin yanına koştum. Benim henüz denize değememem hakkında şakalar yapardı. Çocuklarımızın olduğu, çok güzel bir evimiz olduğu, onun da benim gibi bir insan olduğu hayallerimizi kahkahalarla gülerek denizle buluşturduk. Sonra nasıl gerçekleşti hatırlamıyorum. Dizlerimin üstüne çöküp Mavi’ye doğru yanaştım. O sırada Mavi, kendini geri çekince suyun dibinde buldum kendimi. Bağıramıyordum, nefes alamıyordum ve ölmemek için çırpınıyordum. Gözlerimi açtığımda kıyıdaydım. Mavi yoktu. Başımda bir adam vardı. Zeynep Teyzenin beni işe aldırtmak için konuştuğu adammış. Zeynep teyzenin çocukları Işıklar’dan kaçar gibi taşınmışlar. Mavi’yle o kadar güzel zamanlar geçirdim ki erzakın aylardır gelmediğini unutmuşum bile. Elimde kalanlarla idare ediyordum. Hem Zeynep Teyze ölüp hem çocukları Işıklar’ı terk edince adam feneri kontrol etmek için yanıma gelmiş. ‘Ben gelmeseydim ölüyordun. Yüzme bile bilmeden 10 yıldır buradasın. Şanslıymışsın ki hayatta kalmışsın. Artık bizden birisin, gidip kasabada kendine bir iş bul. Bir daha deniz fenerine bile yanaşma. Bu da sana ders olsun.’ İşte o an su altındaki ölü olmak istedim. En azından Mavi’ye yakın olurdum. Günler geçti hatta haftalar hatta ve hatta aylar. Ne ben denize kavuşup Mavi’yi görebildim ne o benim nerede olduğumu bilip yanıma gelebildi. Bütün eşyalarımı topladım, yeni bir hayata başlayabilmek için otogardan bir bilet aldım ve işte buradayım Cem. Mavisiz geçen 38 yılın her bir günü işte tam buraya gelip Mavi’yi bekledim. Ve şunu bil ki benim için Mavi’yi tekrar görene kadar hiçbir mavi gerçek mavi değil.”


O geceden sonra ben de Erhan amca ile Mavi’yi beklemeye başladım. Her gün o kıyıya gelip sandalyelerimizi açtık denize karşı ve Mavi’ye el salladık vapuru izlerken belki görür diye. Birkaç ay sonra Erhan amcayı kaybettim. Erhan amca Mavi’yi tekrardan göremedi fakat ben her gün o kıyıya uğrayıp iki sandalye açıp Mavi’yi bekliyorum Erhan amcanın hikâyesini anlatmak için.

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

KENDİMİZLE UFAK BİR HESAPLAŞMA

Hani herkesin küçüklüğünden hatırladığı parça parça bazı anılar olur ya, bilirsiniz. Bir mantığı ve nedeni olmasına gerek yoktur, beyin o...

YAĞMUR

Comments


bottom of page