Kahvecilikte bir bakıma zanaattır. Öyle bakarım bu işe. Kahvem hep tazedir, benden bayat kahve içemezsin. Günübirlik çekerim kahvemi. Bugünün kahvesini, yarının kahvesine karıştırmam. Kahve için kullanacağım suyumu mutlaka belli bir süre hava geçirmez bir şişede bekletirim. Kahvenin kalitesi kadar, kullanılan suyun kalitesi de önemlidir. Fakat kimse suyu önemsemez. Herkesin odağı kahvedir. Ateşim çok kuvvetlidir. Çarşıda gidin bakın benim kadar güçlü ateş kullanan bir kahveciye rastlayamazsınız. En önemlisi de durmadan karıştırırım kahvemi. Pişene kadar durmam. Lezzetti de artar, köpüğü de. Bir de zamanında cezveyi ateşin üstünden almasını bileceksin. Saniye bile fark etmeyecek. Kahvenin yanına da öyle bir lokum koyacaksın ki kahvenin acısı yok olacak. Benim lokumlarımın içinde fındık, ceviz falan göremezsiniz. Yeni çıktı bu da. Lokumun amacı ağzı tatlandırmaktır. Fındıkta neymiş?
Kahveciliği babamdan öğrendim. O da babasından öğrenmiş. Dedemi tanıma fırsatım olmadı. Ben daha doğmadan genç yaşta vefat etmiş. Ama babam çok anardı onu. Hiç görmememe rağmen hakkında çok şey bilirim. Babamın da ömrü çok uzun olmadı. O da genç yaşta vefat etti. Bende çok genç bir yaşta kahve dükkânını devralmak zorunda kaldım. Mesleğin püf noktalarını babamdan öğrenmiştim. Ama bir dükkânın idaresi kahve yapmaktan daha büyük bir şey olduğunu bana zaman gösterdi. Babamdan sonra dükkân çok ayakta kalamadı. Gönlüm elvermese de dükkânı satmak zorunda kaldım. Bende bizim sokağın köşe başında Mehmet Amca’ya ait olan minik dükkânı satın aldım. Dükkân dediğime bakmayın. Bir tezgah, arkasında ben, tezgahın önünde de 2 küçük masa. Yetiyor ama bana. Masalarım hiç boş kalmaz. Son zamanlarda insanlar ayakta kahve içmeye bile başladılar. Herkes daha büyük bir yere geçmem gerektiğini söyleseler de halimden mutluyum. Başta dediğim gibi kahve yapmakta bir zanaat. Herkes yapamaz. Daha büyük bir yer demek, daha fazla kahve yapmak demek. Benim daha fazla kahve yapmaya mecalim yok. Anca yetiştirebiliyorum. Çırak almayı da denedim. Çoğu beceremiyor. Biraz işi öğrenen de hemen beni terk edip kendi kahvecisini açıyor. O yüzden küçük dükkânımda mutluyum.
İlk dükkânı açtığımda bu kadar talep yoktu. İki masamın da boş kaldığı çok zaman bilirim. O zamanlarda bile hiç başka bir yerden kahve içmeyen Hakkı, Aziz ve Yusuf Abi vardı. Her Perşembe mutlaka akşam saat 6’da gelirler, muhabbetlerini ederler ve giderlerdi. Hiç aksattıklarına şahit olmadım. Öncesinde hep babamın kahvesini içermişler, bana da sonradan anlattılar. Babamdan sonra benim kahvemi içince, tadın hiç bozulmadığını görünce çok mutlu olmuşlar. Kaç zamandan beridir de hep benim kahvemi içerler. Zamanla müşteri sayımın artması ile birlikte masalarım boş kalmadığından ötürü onların geleceği saati bildiğimden, masalarına müşteri oturtmamaya başlamıştım. Bunu duyunca bana çok kızmışlardı. Bir daha böyle bir şey yapmayacağım konusunda benden söz almışlardı. Onlar haricinde kimse için de yapmazdım zaten. Ama bendeki yerleri çok ayrıydı. Beyoğlu’ndan çıkıp İzmit’e de gitsem kahvemi içmeye yine gelirlerdi. Öyle bir bağdı bizimkisi.
Hakkı abi öğretmendir. Çocukluğundan beri çok severmiş matematiği. Hiç haz etmememe rağmen matematikten öyle bir bahseder ki sanırsınız dünyanın en güzel şeyi. Gerçi onun için öyleydi. Bu hayattan en keyif aldığı anlar hep sınıfta öğrencilerine matematik öğrettiği anlardı. Onun hayatıydı matematik. Kimseyle evlenmedi. Haliyle çocuğu da olmadı. Sadece matematik ve öğrencileri…
Aziz Abi müzisyendir. Bir sesi var ki tarifi yok. Bir gazel okur, oturur ağlarsınız. Küçüklüğünde müezzinlik yapmış. Ezanı okumaya bir başlarmış, aynı anda cemaatte ağlamaya. Çokta güzel ney üfler. Benim de babamdan ötürü merakım vardı. Aziz Abi kadar olmasın babam da güzel ney üflerdi. Bense bir türlü beceremezdim. Aziz Abinin asıl geçim kaynağı piyanodur. Bizim İstanbul’da parası olup da kızını piyano dersi aldırmayan yoktur. Aziz Abinin de namı büyüktür. Beyoğlu ve piyano dendi mi, akla Aziz Abi gelir. Zamanının neredeyse tümünü müziğe ayırır. Aziz Abi de hiç evlenmemiş. Bekarlık sultanlıktır der, durur. Ama hikayenin aslı öyle değil. Zamanında birini çok sevmiş. Evleneceklermiş. Fakat vakitsiz gelen ölümle yıkılmış Aziz abi. Bir ara hayattan kopmuş. Bırak bir şeyler çalmayı, bir kuple bile mırıldanmamış. Ama sonra onu hayata döndüren yine müzik olmuş. Hayata dönmüş dönmesine ama unutamamış onu.
Yusuf Abi aralarında tek evlenendir. Tam bir aile babasıdır. İşten eve, evden işe. Arada bir bizimkilerle kaçamak yapar. O kadar. Yoksa dışarıyla falan işi yoktur Yusuf Abinin. Varsa yoksa eşi ve çocukları… Yusuf abi Papirüs dergisinde şiirler yazar. Daha çok aşkı anlatır şiirleri. Ama ben İstanbul’u anlattığı şiirlere bayılırım. Bir insan bu kadar güzel anlatabilir mi bir şehri? Bir Yahya Kemal, İki Yusuf Abi. Ona böyle söyleyince hemen çıkışır bana. Abartma der. Şair abimiz var, bırak da abartalım. Yusuf Abi aynı zamanda çevirmenlikte yapar. Ailesinin geçimini buradan sağlar.
Güzel adamlardır. Kendileri gibi dostlukları da güzeldir. Bazı dostluklar hayatın içinde yıpranır, yollar ayrılır. Hayatın yıpratamadığı dostlukları ise ölüm ayırır. Hakkı Abinin vakitsiz gidişiydi bu dostluğu ayıran. Cenazesini bir görecektiniz, gözyaşları sel oldu. İnsan biriktirmek derler ya, İşte Hakkı Abi onun vücut bulmuş haliydi. Cenazesine katılan hemen herkes geçmişte onun öğrencisiydi. Yalnız bırakmamışlardı öğretmenlerini.
Hakkı Abinin ölümünden sonra Yusuf Abi ve Aziz Abiyi bir kere yan yana görmedim. İkisi de ayrı ayrı kahve içmeye geliyorlar. Ama bir kere bile birlikte geldiklerini görmedim. Nedenini sordum Aziz Abiye. “Hakkı olmadan sohbet edilir mi? Sonra çok kızar bize.” Dedi. İnsan bir dostunu kaybetti diye diğerine yokmuş gibi davranması bana saçma gelmişti. Sonra bir gün Hakkı Abiyi ziyaret etmeye gittiğimde gördüm onları. Hakkı Abinin kabrinin etrafına çekmişler tabureleri, sohbet ediyorlar. Meğer Perşembe buluşmalarının yeni adresi Hakkı Abi olmuş. İki dost konuşur, Hakkı Abi dinlermiş…
Kommentare